6 Mart 2012 Salı

ESKİŞEHİR ! KOD ADI ES-ES


 28-29 OCAK 2012                                                            

   Hadi oğlum gecikmeyelim ! Yol bekletmeye gelmez !
  
    Bu kez yolculuk Eskişehir'e. Böylece Kütahya, Afyon (Her ne kadar henüz gezi yazısını yazmasam da), Konya ve dahi Ankara'dan sonra diğer bir Frig şehrini ziyaret etmiş olacağım. Planlarımda öncelikli Rumeli diyarı Edirne gezisi olmasına rağmen tren hatları ile ilgili düzenlemeler sebebiyle Eskişehir gezisini öne çekmek zorunda kaldım. İki sene boyunca Haydarpaşa'ya elvada demek zorundayım (Seyahat anlamında yoksa mekan olarak gar her zaman uğrak yerlerimden). Sonrası ne olur meçhul. Bir hafta öncesi bir arkadaşım (M.Özmemiş) Eskişehir'de idi. " Kent buz tutmuş, eksi on sekiz derece, yollarda yürünmüyor, sağlam gidin" tavsiyelerine uyarak kıyafet yönünden tedarikli davranıyoruz. Neme lazım, işin ucunda çocuğu hasta geri getirmek var ve annelerin gazabı ormanda on kaplan gücündedir. Haydarpaşa Garında büfelerden yolluk hazırlatıp Başkent Ekspresindeki yerlerimizi alıyoruz ve Haydarpaşa'dan son kez...


NE TRENLER SEVDİM ARTIK YOKLAR...
    Karlı bir kış günü trenimiz ilerliyor. Böylesi günlerde isminden olsa gerek İsmet Özel'in bir şiiri aklıma düşer. " Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak"
...
'Kardeşler! ' deseydim 'Kardeşlerim! '
'Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
'Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
Bakın yaklaşıyor…'
yazık, şairler kadar cesur değilim
çocukların üşüdükleri anlaşılıyor bütün yaşadıklarımdan
...
neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı
karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak.

     Okulların sömestir tatili oluşu ve olumsuz yol şartlarını düşünen çocuklu aileler trene daha bir rağbet etmiş. On gün öncesinden biletlerimizi almayasdık açıkta kalmıştık. Tren yol aldıkça çocuklar arasında çikolata, şekerleme ikramları hızlanıyor. Eh biraz da ebeveyn dürtmeleri ile. Ekspres Pamukova'dan sonra iyiden iyiye yavaşlıyor, gecikme kaçınılmaz. Trene karlı bir kış manzarası eşlik ediyor. Defalarca geçtiğim bu coğrafyayı bir kez daha hayranlıkla izliyorum. Eskişehir'e yaklaşınca YHT aktarmalı Ankara yolcularına kötü haber duyuruluyor ; 12:40 YHT iptal. Yolcular garın yanında beklemekte olan otobüsler  ile  Ankara'ya gidebilecekler. Ya da isteyen 15:00 YHT'ni bekleyip yola öyle devam edebilecek. Yolcular arasında ne yapsak tartışması başlıyor. Nihayetinde bir saat gecikmeli olarak 12:40 'da Eskişehir'deyiz. İstasyona adımızı attığımızda kendimizi bir protestonun içinde bulunuyoruz. Tren hatlarının kapatılmasına, Haydarpaşa Garı'nın işlevinden uzaklaştırılmasına razı olmayan bir grup bunun için eylem yapıyor. Kalabalık bir gazeteci grubunu görünce Eskişehirli'ler ve yerel basın bu konuya oldukça duyarlı diye düşündüm. Ertesi gün gazetelere göz attığımda, bu eylemcilerin İstanbul'dan hareket ettiğini ve ulusal basının onlara eşlik ve tanıklık ettiğini öğrendim.


ULAŞIM HAKKIMIZ ENGELLENEMEZ

Eskişehir Garı görünüşü ile bir çok istasyondan farklı. Size sıcak gelir, soğuk gelir bilemem ama yapıda bir üslup yaratma çabasını kolaylıkla görebilirsiniz. Projesi Prof.Orhan Safa'ya yaptırılan garın hizmete giriş tarihi 1955. Şimdilerde ise yeni modern bir gar sevdasına o da siyasilerin kendisine çizeceği sonu bekliyor.

ESKİŞEHİR GAR

  Gar binasından sonrası ilk adresimiz TCDD Müzesi oluyor. Müze kapalı ! Niye ? Bilmiyorum.
Ziyaret saatlerini gösteren bir levha yok Açık olan bahçe kapısından girip birkaç kare fotoğraf alıyoruz. Müze ziyareti artık bir başka bahara. (Pazar günü dönüşte tekrar bir şansımızı deneyelim dedik, bu kez bahçe kapısı da kapalıydı.)
ÇANI, ÇALDIK ÇALDIK... YOKTUNUZ
   Yol karnımızı bir hayli acıktırdı. Uzun uzadıya yer aramaya gerek yok doğruca istasyon karşısındaki Köfteci Ali'nin yolunu tutuyoruz. Birer porsiyon ızgara köfte, ayran ile karnımızı doyuruyoruz. Köfteci Ali'nin köfteleri oldukça lezzetli . "Köfte de nasıl bir köfte ? " diye soracak olursanız, stad önü tükürük köfte tadında. Yani güzel...



   Karnımızı doyurduğuma göre fazla ağırlıklarımızı otele bırakıp gezi zamanı. Eskişehir'de konaklamada havaların soğukluğunu da gözönüne alarak Hamamyolu'nda termal bir oteli seçtim. Öğretmenevi için refarans bulamadığımdan riske girmek istemedim. Eskişehir gezisine Odunpazarı ile başlamak için tramvay yolu boyunca yürüyüşe geçiyoruz. Eskişehir'de ilk göze çarpan hemen hemen her yerde ki heykeller. Bu heykeller öyle aman aman sanat eserleri değil ama şehre bir renk kattıklarına şüphe yok.

TAMAM OĞLUM ŞİMDİ  KUŞLARI BANA DOĞRU KOVALA !
On beş dakikalık bir yürüyüşle Tarihi Odunpazarı Bölgesi'ne varıyoruz. Odunpazarı Eskişehir'in ilk yerleşim alanı. Bölgede ahşap cumbalı evleri, camiileri, türbe, çarşısı ile bir Osmanlı mahallesini görebiliyorsunuz. Yakın zamanda yapılan projelerle bölge, şehir turizminin çekim merkezi haline gelmiş. Çeşitli restorasyonlarla tadilat gören evlerin birçoğu turistik işletme olarak hizmet veriyor. Bölgenin yukarı mahallerin de ise içinde yaşan insanlarıyla hayat olduğu gibi kaldığı yerden devam ediyor.


                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                
  Odunpazarı'ında ilk adresimiz Atlıhan El Sanatları Çarşısı oluyor. Atlıhan 1850'li yıllarda köylülerin, seyyahların, tüccarların hayvanları ile konaklaması için inşa edilmiş. Zamanla önemini yitirip viraneye dönmüş. 2006 yılında aslına uygun olarak (Broşürün yalancısıyım) yeniden inşa edilerek el sanatları çarşına dönüştürülmüş. Çarşıda lületaşından hediyelikler  ön planda olmakla birlikte, çeşitli cam, gümüş, ahşap hediyelikler de satılıyor.



ATLIHAN'DA ŞAŞKIN BİR ÇIRAK

    Çarşıda dolaşırken girdiğim bir dükkanda pipolara inceliyordum. Satıcının dikkatini çektim sanırım  " Kanuni Sultan Sülayman..." dedi. Anladım şu an popüler bir dizi var ve satışlar için ondan yararlanmak istiyorsun ama kalkık burunlu bir Osmanlı hanedan mensubu... Pes be birader.
    Odunpazarı'ında ikinci adresimiz Kurşunlu Külliyesi. Kanuni Sultan Süleyman devrinde 1515-1525 yılları arasında inşa edilen külliyenin mimarı Acem Ali'dir. Kervansaray kısmı ise kayıtlarda Sinan (Mimar Sinan) eseri olarak geçmekte. Cami giriş kısmına doğru ilerlerken külliyenin kervansaray kısmının önünde bir kalabalık dikkatimi çekti. Duvarda "Balıkesir Sındırgı Yağcıbedir Halıları" diye bir sergi afişi var ama kapıdaki kalabalık nedense pek sergi ile alakalı gelmedi.  Şöyle ki; Takım elbiseli beyler, süslü tuvaletler içinde bayanlar gelenlerin kah resmi bir şekilde tokalaşıp, kimiyle de uzun uzun  "Oooo" lardan sonra "Hoşgeldiniz" faslına geçiyorlar. Neyse anlarız deyip kapıya yöneldik. Bize herhangi bir ilgi,iltifat gösteren yok. İçeri geçince durum anlaşıldı. Uzunca bir salon düşünün ortadan duvarla ikiye bölünmüş, girişi tek, bir kısmında sergi devam ediyor, diğer tarafında nikah merasimi. Bir İngiliz gezgin olsam " Herhalde bu taraf sergi, diğer tarafta serginin açılış kokteyli..." diye düşünürdüm. Bu ülke insanı olarak "Yurdumdan insan manzaları" deyip oradan ayrıldım.
     Külliyenin bölümleri çeşitli restorasyonlardan sonra Lületaşı Müzesi, Eskişehir Sanatları Çarşısı ve diğer çeşitli sergi alanlarına dönüştürülmüş. Sıcak Cam Üfleme Sanat Stüdyosunda (Külliyenin aşhanesi) birkaç kişi hummalı bir şekilde çalışıyordu. Daha önce böylesi bir çalışma izlemediğimden, benim için iyi bir gözlem oldu.


 Külliyenin hanikah yapısı Lületaşı Müzesi olarak düzenlenmiş. Burada çeşitli sanatçıların lületaşı eserleri sergilenmekte. Ağırlık pipo ve ağızlıklar (lületaşının bir nevi doğal filtre işlevi olduğu belirtilmekte) olmakla birlikte çeşitli takılarda oldukça göz alıcı. Tanıtım kitapçıklarında Lületaşı Müzesi'nin dünyada bir ilk olduğu yazmakta. Lületaşı yataklarının hemen hemen tamamının Türkiye'de ve Eskişehir'de olduğunu düşünürsek pekte şaşırtıcı bir sonuç değil kanatimce.
 Odunpazarı Bölgesinde diğer bir gezi noktamız Çağdaş Cam Sanatları Müzesi oldu. 2007 yılında açılan müze, sergi bölümleri, seçilen eserler ve eserlerin sunumu ile oldukça modern ve başarılı bir müze. Eskişehir'e yolu düşen gezginlere ziyaret etmelerini öneririm.

ÇAĞDAŞ CAM SANATLARI MÜZESİ


 Odunpazarı bölgesinde diğer bir gezi noktası olan Osmanlı Evi'ni (Yeşil Efendi Konağı) ziyaret için sokakları arşınlıyoruz. Günün ikinci sürprizi ev ziyarete kapalı ! Neden kapalı olduğu ile ilgili en ufak bir fikrimiz yok. Kapıda ziyaret saatleri ile ilgili yine herhangi bir bilgi notu yok. Evi dışarıdan inceliyoruz. 19.yüzyıl ahşap sivil mimari örneği yapının, Eskişehir ziyaretinde M.Kemal Atatürk'ü ağırlamışlığı var. İlk çocukluğu Üsküdar'da ahşap evlerde geçen benim için, bu tür yapılar çocukluk coğrafyamın aşina yüzleridir.

ODUNPAZARI SOKAKLARI
  Tarihi Odunpazarı Bölgesinde görülebilecek diğer adresler Alaaddin Camii ve Şelale Park. Alaaddin Camii künyesinde 1220 yılını göstermekle birlikte, yapı çeşitli dönemlerle yapılan onarımlardan sonra dönemselliğinin özelliklerinden uzak bir görüntü içine girmiş. (Selçuklu camiileri konusunda Konya ve Afyon izlenimlerinden sonra...) Şelale Park pek ilgimi çekmediğinden uğramadım. Odunpazarında tesadüfen girdiğim, lületaşından hediyelik satan dükkanın satış yapılan yerin hemen yanında gürül gürül yanan sobalı bir odada imalat yapan ustalarla çok hoş sohbetimiz oldu. Çok uzun olmuş soba ateşinde ısınmayalı. Kedi gibi yanına uzanasım geldi.

  Odunpazarın'dan ayrılıp tekrar şehir merkezine döndüğümüzde artık şu çiböreği tadalım dedim. Adres olarakta Papağan'ı tercih ettim. Zar zor kendimize bir yer bulup siparişlerimizi verip beklemeye başladık. Bu arada böreğin ismi üzerinde dönen çeşitli tevatürlerden bahsedeyim. Bu böreği yiyebileceğiniz en iyi adreslerden biri olan Papağan camına "Çiğbörek" olarak yazmış, internette ki çeşitli kaynaklar "Çibörek" olarak adlandırmakta. Masamıza oturan emekli posta müdürü  Mustafa Amca (kendisi Tatar olur) " Bu börek Tatar böreğidir, kızgın yağa hamuru bıraktığınızda çıkardığı sesten dolayı adı Şırbörektir..." diyerek benim açından tartışmalara son noktayı koydu. Porsiyonunda beş tane olan sıcak böreklerimizi ağzımız yana yana afiyetle yedik.

     Karnımızı doyurduktan sonra günün yorgunluğunu bir nebze üzerimizden atabilmek için Porsuk Çayı etrafındaki cafelerden en sakinlerinden birine oturup gün içinde aldığım notları toparlıyorum . Kitap okumaya meraklı oğlum, her şehirde yaptığı gibi, yeni aldığı kitabın sayfalarına çoktan dalmış.

     Hamamyolunda bulunan otelimize döndüğümüzde fazla oyalanmadan ertesi gün zinde kalkabilmek için sıcak bir banyo sonrası erkenden yatıyoruz.
  
      Pazar sabahı erkenden kalkıp kahvaltı sonrası yine yollardayız. Bu kez gideceğimiz adres Sazova Bilim ve Sanat Parkı. Gezinin diğer neferini de unutmamak lazım. Parka hemem Stadyumun yanından kalkan minibüslerle gidebiliyorsunuz. Yol boyunca minibüs şöförünü ve sohbete katılan diğer yolcuları şehir hakkında neler düşündüklerini içeriden bir sesle anlayabilmek için  lafa tutuyorum. Belediyenin çoğu yaptığını  dışardan gelenler için güzel, ahali için "Göz boyama" olarak nitelendiriyorlar. Bu tür düşüncelere de saygı duymak lazım. Kirasını geciktirmiş, cebinde ödenmemiş faturaları ile Porsuk civarında yürüyen bir adamın " Ah bu nazlı nazlı akan Porsuk ve birer nergiz gibi gondollar..." demesini bekleyemeyiz. Park karlı ve erken bir Pazar sabahı olduğundan oldukça sakin.  Sazova Parkı'ı 400.000 m2 alana kurulmuş içinde yapay göleti, Masal Şatosu, Korsan Gemisi, yerlerdeki raylara bakılırsa gezinti treni, çeşitli çocuk oyun alanları, restaurantları, gösteri alanı ile yaz Eskişehir'inin hareketli noktalarından biri olması gerek.


MASAL ŞATOSU

ÜLKE BAYRAKLI KORSAN GEMİSİ !
HOCA BİR GÜN EŞEĞE TERS BİNMİŞ... BU O DEĞİL MİYDİ ?
     Sazova Parkın'dan dönüşümüzde şehirde göze çarpan, insanların yavaş yavaş stadyumun yolunu tutuyor olması idi. Eskişehir önemli bir futbol şehridir. Es-Es'siz bir Eskişehir tanımı eksik olur. Ülke futbol tarihini az buçuk bilen herkes Eskişehirspor'a saygı ile yaklaşır. Kulübün internet sitesini hazırlayanların ise hakeden özeni gösterdiği söyleyemem. Kulüp tarihçesi ile ilgili şöylesi cümlelerle karşılaşıyorsunuz; " Eskişehirspor'un kuruluşu diğer kulüplerin kuruluşuna hiç benzemez. Eskişehirspor ne İstanbul takımları ne de İzmir takımlarında olduğu gibi yabancı uyruklular tarafından kurulmamıştır. Eskişehirspor Eskişehir in bağrından çıkmıştır." Ne kadar aydınlatıcı bir bilgi, 1965 yılında Anadolunun ortasında azınlıklarca kurulmamış bir kulüp ! Ne müthiş bir çaba ama !  Yine bu güzel kalemin cümleleri ile  konuyu kapatayım "Eskişehirspor Türkiye 1.ligini üç kez ikinci sırada iki kezde 3.sırada tamamladı. Federasyon kupasını bir kez kazanmasına rağmen 1969-70 sezonu ile 1986-87 yıllarında birer kez de final oynadı. Ancak kupaların birini Göztepe ye birini de Gençlerbirliği ne kaptırdı. Es-Es ler 68-69, 69-70, 71-72 sezonlarında ligi 2. sırada tamamladı. İkinci olan hep Eskişehirspor oldu ama birinciler hep değişti."

   Sazova Parkın'dan sonra ki adresimiz Devrim Otomobili oluyor. Devrim'i görmek için Tülomsaş'a vardığımızda güvenlik görevlilerinden yardım istedim. Kimlik alıp ve yanımıza bir refakatçi verilerek bahçedeki camekanlı özel bölümde bulunan Devrim'in yanına geldik. Türk mühendisliğinin onurlu başyapıtı Devrim karşımızda duruyordu. 16 Haziran 1961 yılında devrin darbe lideri Cemal Paşa'nın 29 Ekim 1961 kutlamalarına yetişmesi emri ile işe başlanır. 4,5 ay gibi kısa süre ve insan üstü gayretle, tamamıyla özgün, Devrim'in  4 adet üretimi gerçekleştirilir. Ankara'ya gönderilen iki araçtan birine düzenlenen törenlerin plansızlığından  yakıt ikmali gerçekleştirilemez. Cemal Paşa'da bu araca biner. 100 metre sonra araç tekler ve durur. Paşamız meşhur veciz ! sözünü burada sarf eder " Batı kafasıyla otomobil yaptınız ama doğu kafasıyla ikmali unuttunuz." daha sonra diğer araca binerek Anıtkabir'e sorunsuz olarak gider. Sonrası basının ve yabancı sermaye lobicileri karalamaları ile proje rafa kaldırılır." Bizim ne haddimize otomobil yapmak. Hem Ford zaten yapmış, öderiz parasını alırız. " Yıl olmuş 2012, otomobil yapacak akıl gücüne ve sermayeye sahibiz ama özgüvenimiz yok.  Velhasılı, Devrim otomobilinin hikayesi; umutla başlayan, hüzünle biten bir Yeşilçam melodramıdır.

EMEĞİ GEÇENLERİ SAYGIYLA ANIYORUM

    Eskişehir'i gidip şehri dokusunu biraz daha hissetmek istiyorsanız Taşbaşı ve Köprübaşı'na doğru yol alın. Buralar her sokağında baharatçıların, manifaturacıların, ayakkabıcıların v.s. bulunduğu geleneksel çarşılar. Köprübaşı'ında tesadüf olarak Kara Kedi Bozacısı'na denk geldim. Küçücük dükkan hıncahınç insan dolu. Eğer benim gibi boza sever iseniz mutlaka Kara Kedi'ye uğrayın.
  
BOZA CANDIR...

  Eskişehir'e gittiğinizi bilen eş ,dost sizden ikram bekler, Met Helva onlara götürebileceğiniz güzel bir yöresel tat.


  Eskişehir'de gitmek isterseniz çok şık ,birkaç alışveriş merkezi var. Bana yeni birşey vaadetmediklerinden yalnızca geçerken dışarıdan bir göz attım.

     Eskişehir'den ayrılmadan önce hazır İstasyona yakınken Haller Gençlik Merkezine uğrayayım istedim. Şehrin meyve,sebze hali taşınınca bina restore edilerek yeme içme, alışveriş mekanına dönüştürülmüş. Güzel bir çalışma, dinlenmek için alternatif bir mekan.

HALLER GENÇLİK MERKEZİ
  Eskişehir'e yapmış olduğum bu geziye son verirken, şehri başka bir mevsimde ziyaret etmeyi, bir de o haliyle görmeyi umuyorum. Bizi İstanbul'a götürecek trende yerlerimizi alıyoruz ve Haydarpaşa'ya son kez...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder