21 Aralık 2011 Çarşamba

KÜTAHYA YA DA HER YOL VAZOYA ÇIKAR



KÜTAHYA YA DA HER YOL VAZOYA ÇIKAR
Öncesi:

    Ankara’da misafir olduğumuz evden 06:15 gibi oğlumla çıkıyoruz. Kütahya-Afyonkarahisar-Konya gezimiz için 06:45 Ankara-Eskişehir YHT'ne yetişmeliyiz.  Gar da güvenlik kontrol noktasında bir kalabalık bizi karşılıyor. Çekinerek  kalabalığa yaklaşıyoruz." Sıranıza geçer misiniz lütfen” duvarı bir adım ötemizde. Birkaç kişi kalabalığı yarıp peronda bulunan trene doğru yöneliyor.  Durum gecikmeden anlaşılıyor, bekleyen kalabalık Bedava Konya Baldan Tatlıdır Yolcuları ve 07:00 Ankara-Konya YHT'nin perona girişini beklemekteler. Biz de şu ana kadar yalnızca Ankara’da gördüğüm güvenlik noktasından geçip trende ki yerlerimizi alıyoruz. Artık TCDD’nin tehlikesiz, masum yolcularındanız.  Trenimiz Sincan’dan sonra iyice  hızlanıyor. Yolcuların gözü ekranlarda trenin yaptığı hızı pür dikkat takipte. 230 km, 245 km ve 252 km yarış hızla devam ediyor. Olimpik ruha sahip olmadığımdan bu oyundan çabuk sıkılıp kenara çekiliyorum. Bir görevli yiyecek içecek servisinin başladığını vagon- vagon avazı çıktığınca bildiriyor. Mevcut ses sisteminden yararlanıp anons etmekten daha pratik olsa gerek ! . Bak evladım ders bir : Teknolojiye sahip olmak için paraya, onu kullanmak için akla ihtiyaç vardır. Pencereden tarlaları, köy evlerini, bir alçalıp bir yükselen kuşları, otlayan koyunları,  güneşli tepeleri  izliyoruz. Evet itiraf ediyorum ! Biz şehirliyiz.
      Eskişehir’deyiz  09:00’da kalkacak olan Eskişehir-Kütahya  DMU SET’inin kalkmasına yaklaşık 40’ var . Garın etrafındaki börekçilerin birinde karnımızı doyurup trenimize biniyoruz. Tren iki vagondan oluşan bir set, yolcu koltukları da gayet rahat. Yolculuğumuz oldukça kısa  olacak 1 saat 15’ kadar. Tren Sabuncapınar İstasyonu'na ulaştığında kafanızı şöyle bir kayalıklıklara doğru çevirdiğinizde  Frig vadisininin parçası mağaralar kolaylıkla  görülebilmekte.

  Kaptan ! Vazo göründü.

     Nihayetin de Kütahya İstasyonundayız. İstasyon binasının cephesinde ki çinileri bir kenara bırakırsak şahsiyetli bir yapı olduğunu söyleyemem. İstasyon binasını şöyle bir göz ucu ile süzüp kalabalığın peşine takılıp gardan şehir merkezine doğru yürüyoruz.  Yol boyunca duvarları çini panolu okulları izliyoruz. Bulvara varınca sonunda vazo arz-ı endam ediyor. Kütahyalı dostlar alınmasın ama meşhur ! vazoyu görünce içimden bu mudur? dedim. Belki beklentileri yüksek  tutmamakta fayda var.  Vazo Zafer Meydanında bulunuyor. Kent broşürlerinde 1970 yılında cam mozaikten yapıldığı ve 2007 yılında restore edildiği yazmakta.  Vazo için fıskiyeli, geceleri  ışıklandırılan kentin simgesi diyebiliriz.  Vazonun hemen yakınında bulunan Kütahya Öğretmenevi'ne çantalarımızı bırakıyoruz. Madem tematik bir gezi projem var (Trenle Türkiye turu) konaklamayı da tematik yapıp kaldığım şehirlerin öğretmenevlerini kullanmak  istiyorum. Artık gezi vakti.  Kütahya her ne kadar Ege Bölgesinde yer alsa da, şehirde baskın İç Anadolu havası hakim.  Cumhuriyet ismi
 “ Sevgi  Yolu” olarak değiştirilen araç trafiğine kapalı yoldan yürümeye devam ediyoruz. Aklım caddenin ismine takılıyor. “Sevgi Yolu” TRT’nin program ismi gibi. Hani şu iki kişi karşılıklı oturup da mır mır konuştuklarından.  Oldu olacak jenerik müziği de Kayahan’dan olsun. Yolusevgidengeçenherkeslekesişecigillerden. Sevgi Yolundan ilerleyip Ulu Cami’ye varıyoruz.  Önce hemen caminin yanı başında ki Kütahya Arkeoloji Müzesi’ni ziyaret ediyoruz.
                                         

KÜTAHYA GAR BİNASI
                                                                                 

VAZO...
                                              
                                                       

SAAT KULESİ
                         
                                          “EY TANRI, POĞAÇACI  EUGENIUS’A YARDIM ET”
Kütahya Arkeoloji Müzesi: Müzenin içinde bulunduğu yapı bir medrese. Germiyan Beylerinden Umur-bin Savcı tarafından yaptırılmış (1314). 1965 yılında müze olarak ziyarete açılmış. Müze çok büyük olmasa da Hitit’lerden Osmanlı’ya kadar sürece ait eserleri görmek mümkün. Girişte bulunan Amozon Lahdi (Aizanoi ‘den getirilmiş) dikkat çekici.  Dikkatimi toprak testiler ve üzerilerinde ki yazılar çekiyor.  Basit bir su ya da şarap testisi her ne  maksat  için yapılmışsa bilemiyorum, üzerinde “ Apolinarios bütün herkesin dostu” bir diğerin de “ Ey Tanrı, poğaçacı Eugenios’a yardım et” yazmakta.  Ne kadar insani ve  bir o kadar da sıcak… Müze görevlisi ile sohbet ediyoruz Aizanoi’yi görmemizi şiddetle tavsiye ediyor. “ İngilizce biliyorsanız  broşür var verebilirim” diyor  Bilmem mi? bekçi amca " My name is Mr. Brown" Biliyorum diyorum ve kitapçığı alıyorum.   Kitapçık güzel resimler, şahane gravürlerle dolu.


AMAZON LAHTİ

                                                      
Ateşte Açan Çiçekler: Kütahya üzerine gezi yazısı yazıp da “Ateşte açan çiçekler” cümlesini kullanmayanları belediye görevlileri tespit edip hamam takunyaları ile ağızlarına ağızlarına vuruyormuş.  Üzerimde bir basma kalıptan kurtulmanın dayanılmaz hafifliği.

Kütahya Çini Müzesi :  Ulu Cami’nin yanı başında son Germiyan Beyi II.Yakup’un yaptırdığı külliyenin imaret bölümü, önceleri kütüphane, 1999 tarihinden itibaren çini müzesi olarak kullanılmakta.  Yapının ortasında bir şadırvan bulunmakta . Müze aynı zamanda II.Yakup’un türbesini de barındırmakta.  Türbe bölümüne geçtiğinizde II.Yakup’un sandukasını görebilirsiniz. Evet  kolayca tahmin edileceği gibi sanduka çiniden.  Müze de bizden başka kimseler yok. Müze görevlisi de girişte çayını içmekte. Ülkemiz müzecilik anlayışı maalesef böyle... Müze görevlileri aslında müze bekçileri  vazifesinde. Müzeyi geziyoruz. “ Osmanlı tabak 16.yy”  “ Çini Vazo 17.yy” v.b. Bu kadar...  Bir de unutmadan fırçalar, boyalar, desenler...   İster istemez keşke müze daha büyük  bir mekanda olsa , bu nadide eserlerin sergilenmesi harici  çininin eski ve yeni tekniklerle tüm üretim  süreçleri  sergilenebilse çok daha doyurucu olur diye düşünüyorum.  Müzede  ilk toplu iş sözleşmesi olarak kayıtlara geçen Fincacılar Antlaşmasının (1776) bir örneği sergilemekte. Fincancı usta, kalfa ve çırakların alacağı ücretler, yapması gereken günlük işler, dükkan sayısı , antlaşma hükümlerine uymamanın cezaları  da imza altına alınmış. Işıklar kapanıyor. Öğle arası.
ÇİNİ MÜZESİ ARKA PLANDA II.YAKUP'UN ÇİNİLİ SANDUKASI

                                
Şehirde birçok çini ürünleri satan dükkanlar var. Gözümü kestirdiğim bir dükkana giriyorum. Dükkan sahibi ile sohbet ediyoruz.  İşin ehline denk geliyorum. İznik ve Kütahya çiniciliği üzerine kısa bir ders alıyorum. Son dönemlerde şehirden göçen birkaç aile ile birlikte Nevşehir’de de çiniciliğin başladığını söylüyor.  Söz Evliya Çelebi’ye geliyor bu konuda dertli. “ Evliya Çelebi Kütahyalı'dır. Çocukluğu bu şehirde geçmiştir... Her şeyi sahiplendiği gibi İstanbullu'lar onu da sahiplenmekte.”  Kendisi Evliya Çelebi Evi’nin oluşumunda bulunmuş. Oğlum annesine armağan olarak bir vazo alıyor. Teşekkür edip ayrılıyoruz.  Kossuth Müzesini gitme niyetindeyim ama dedim ya öğle arası . Sonraya diyorum... Sonraya bırakılan tüm işler gibi yalan oluyor.

Öğle yemeği için yer bakıyoruz. Su almak için girdiğimiz büfeciden yardım istiyoruz . “Hükümet Konağının orada dönerciler, hamburgerciler, bir sürü yer var” diyor. Kendisine yol üstünde gördüğüm restore edilerek hamamdan lokantaya çevrilmiş bir mekanı soruyorum. “ Bilmiyorum ki öğle yemeğini hep evde yerim” diye cevap veriyor. Biz de gelsek olmaz mı ?

   Hamam bozması lokantaya giriyoruz. Dışı kötü içi güzel  teşrih edilmiş bir yer.  Menü istiyoruz. Geliyor . Hım “ Kızılcıklı Tarhana Çorbası” garsonumuz müjdeyi veriyor .
- Maalesef beyefendi, günün  çorbası mercimek .
-Kızılcıklı tarhana çorbası oluyor yani …
-Tabii beyefendi.
- Peki etli bükme
-Ah! O da bugün yok. Malum bayram…
-O da oluyor normalde
-Evet evet.
 Yalancıyı dilenciler kovalasın mı?
Radyoda çalan Hande Yener şarkısı hamamı çınlatıyor “Romeo, Romeo…” ve biz ismi oldukça uzun pideli köftelerimizi yiyoruz. 

  Gecikmeden Aizanoi gitmek gerek .  Çavdarhisar minibüslerinin kalktığı yazıhaneyi buluyorum.  Aracın kalkmasına 1 saatten fazla zaman var. Sokakları arşınlamaya devam…  Bayram olduğundan esnafın birçoğu kapalı.  Parke taşlı ara sokaklarda iki katlı cumbalı evler görüyoruz.  Bakımsızlıktan dökülüyorlar ama hala çok güzeller. Gözlerimiz ahşap işlemeli pencerelere, kapılara takılıyor. Kim bilir kaç çocuk bu pencerelerde babalarının akşam iş dönüşünü beklemiştir? . Yorulup bir çay ocağında oturuyoruz. Yanı başımızda çok güzel bir bina. Kütahya Lisesi.  1884 yılında yapılmış dönemin mimarisini harfi harfiye yansıtmakta.


EVVEL ZAMAN
AHİR ZAMAN
KÜTAHYA LİSESİ


                                                       
         Çavdarhisar minibüslerinin kalkış noktasındayız. Şoföre antik şehre gitmek istediğimizi Çavdarhisar’dan uzak olup olmadığını soruyorum. Şoför “ Uzak değil  500 mt falan mesafe vardır. Hem ben sizi yakınına bırakırım. “ diyor.  Minibüs hareket ediyor, şehir merkezinden çıkıyoruz. Şoför kasetçaların sesine dokunuyor, ilahiler eşliğinde 60 km. bir yol bizi beklemekte. Çavdarhisar'da diğer yolcular minibüsten iniyor. Şöför söz verdiği gibi bizi köprü başına kadar götürüyor. Anadolu ulaşım adeti olarak ücretimizi inerken ödüyoruz.
Aizanoi antik kentinde sizi ilk karşılayan Kocaçay üzerinindeki bu köprü oluyor. Köprünün altında ördekler yüzmekte. Çayın iki tarafında ki ağaçlar suya meyilli eğilmiş. İyi ki gelmişim..İçimi bir ferahlık duygusu kaplıyor. Öncesi okuduğum metinlere göre halen kullanılan iki köprüden, toplamda beş köprüden birindeyiz.




Köprüyü geçip kısa bir yürüyüşten sonra  Zeus tapınağı tüm ihtişamı ile beliriyor. Karşımızda Türkiye'nin ayakta duran tek Zeus Tapınağı durmakta. Antalya'da, İzmir'de, Aydın'da değilde Kütahya'da... İnsanın gözleri gördüğü manzara sonrası etrafta tur otobüsleri, sandaletli, kısa şortlu turistler göremeyince inanın idrakte zorlanıyor.Tapınak "Baba" tanrı Zeus'a ve Anadolu tanrıçası Kybele'ye adanmış. Yapım yılı olarak MS.200 olarak tahmin edilmekte.


ZEUS TAPINAĞI

ANA TANRIÇA KYBELE

Aizanoi'de görüp göreceğiniz Zeus Tapınağı değil elbette. Köprüleri, hamamları, stadyumu, tiyatrosu, borsası ile bir kaynağa göre 80.000 kişinin yaşadığı bir kentten bahsediyoruz. Borsa ayrıca dikkate değer çünkü tarihte ki ilk borsa olarak kabul edilmekte. Bu borsa da satılan malların rayiçleri enflasyona önlem olarak imparator emriyle belirlenmiş. Henüz Adam Smith'in ve serbest piyasa ekonomisinin Anadolu topraklarına uğramadığı zamanlar.


BORSA BİNASI

Aizanoi antik şehrinde diğer etkileyici diğer bir eser stadyum ve tiyatro kalıntıları. Bu iki  yapı birbirinin devamı gibi. Bir büyük kompleks. Kaynaklarda tiyatro sahnesinin zengin mermer bezemelere sahip olduğu yazılmakta. Üst üste geçirilen depremler sonrası sahne tamamıyla yıkılmış.
Anadolu'nun çorağında bundan 1.700 yıl önce yapılmış bir tiyatrorun basamaklarında oturuyorum. Takvimler 2011 yılını gösterirken bırakın tiyatroyu sinema salonu dahi olmayan onca şehrimiz var.



STADYUM


TİYATRO
              
Aizanoi antik şehrine veda edip Kütahya'ya dönüyoruz. Yorgunuz ve oldukça açız. Candan Kebap Kazım Ustada nefis Cennet Kebap ve üzerine tatlı ile karnımızı doyuruyoruz. Öğretmenevinde bizi bir sürpriz karşılıyor." Düğün"Gece boyunca Ankara misketle uyanıyorum. Oğlumun öyle bir derdi yok. Kendisi top atsan duymaz kabilesinin önü açık genç üyelerinden. Ertesi sabah erkenden kalkıp garın yolunu tutuyoruz. Bizi Afyon'a götürecek İç Anadolu Mavi Treni tam zamanında ! geliyor. Demirden atımızla yeni maceralara doğru yol alıyoruz. BREH BREH BREH.
                                                                                                                                                                           


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder