25 Aralık 2011 günü yaptığım bu gezide kadim dostum Tayfun bana eşlik ediyor. Bizi Adapazarına götürecek olan 07:25 Adapazarı Ekspresi için Haydarpaşa Garındayım. Tayfun Erenköy İstasyonundan trene binecek.
"ADA" YOLCUSU KALMASIN |
BUSİNESS CLASS |
Tren Haydarpaşa'dan ayrılıyor.. Erenköy İstasyonunda Tayfun da trene biniyor. Bir süre sonra kondüktör görünüyor, rutin bilet kontrolünü yapmakta. Demiryolcularla sohbete girmek hiçte zor değildir. Üşüyen yolcuları görünce kondüktör; " Tren hareket etmeden şöyle bir saat önceden çalıştırsalar... siz de biz de böyle üşümesek..." Tecrübeli yolcu edasıyla kendisine ,Pendik'ten sonra ısınırız İzmit'ten sonra da yanarız diyorum. Bana doğunun bir yanı uçurum, nehir, diğer yanı ise dağ tren yollarını, zamanın da kazma,kürekle yapılmış tünellerini, kara saplanmış ekspreslerini anlatıyor. Tren İzmit'e yaklaşınca seyyar satıcılar belirmeye başlıyor. Yaşlıca, zayıf, solgun satıcı dikkatimi çekiyor. Kondüktör yeni binenlerin biletlerini kontrol için vagonları geziyor. Satıcı o işini yaparken sessizce oturup bekliyor. Kondüktör seyyar satıcıya yaklaşıp " Ne o görünmüyordun, hastamıydın ?" diye soruyor. Seyyar satıcı ile aralarında hastalık üzerine bir sohbet yürüyor. Kondüktör ayrılırken satıcının dostça sırtını sıvazlayıp "İyi bak kendine..." diyor. Kondüktörün muhtemel görevlerinden biri de seyyar satıcıları trene sokmamaktır. Dostlar! tren dediğimiz demirden demiryolcu ise insan... Artık İzmit'teyiz. İzmit bir süredir "İçinden tren geçen şehirler"'den değil. Demiryolu artık şehrin kıyısından geçmekte. Derbent , Maşukiye, Sapanca, Arifiye derken nihayetinde Adapazarı.
ADAPAZARI MERKEZ KAFASINA GÖRE HERKES |
Adapazarda ilk gitmek istediğimiz adres Justinianus Köprüsü ( Beşköprü). Nasıl gideceğimizi bir bilene sormalıyız. Garın hemen yanında ki minibüs duraklarında kahyalardan birine yanaşıyoruz. Fazlaca turist gözükmemek için de köprüyü adıyla değilde, Beşköprü, Serdivan tarafına ne ile gideriz ?diye soruyorum. Kahya amcamız" Bak şimdi ikiside birbirinden alakasız yerler.." diye cevap verince. Ya işte tarihi köprü falan... " Justinianus Köprüsü desene canım !" diye cevap veriyor. Hey hey ! Selim Bey herkes senin gibi cahil mi ? Hiç... Bir taraftan da montumun yamulmuş yakasını elleriyle düzeltiyor.
" Şuradan Maltepe minibüslerine binin, tam yanında inersiniz" Kahya amcamıza teşekkür edip. Maltepe minibüs ile yola koyuluyoruz.
JUSTİNİANUS KÖPRÜSÜ
Justinianus Köprüsü (Beşköprü) Türkiye'nin önemli kültür değerlerinden biri olarak kabul ediliyor. Bizans imparatoru Justinianus tarafından M.S.560 yılında yaptırılmış. Yapımında kalker taşı kullanılan köprünün boyu 375 mt, genişliği ise 9,85 mt. Çark Deresi (Melas) üzerine yapılan yapının 12 kemeri var.Köprünün güney cephesinde bulunan selyarlar yarım daire, kuzey cephesinde ise üçgen formunda. Köprünün baş tarafında apsisli bir kalıntı, güney cephesinde tonozlu bir yapı kalıntısı mevcut. Şimdi geldik en önemli meseleye niye bu Bizanslılar bir derenin üzerine hem de suyun akış yönünün tersine böylesi devasa bir köprü yapmışlar.( Elleri dert görmesin o ayrı) Yeşilçam filmlerinde gördüğümüz nöbet sırasında sürekli sağa sola bakan, bıyıklı, oldukça kısa, birine vurdun mu labut gibi beşi birden yere serilen, güzel prensesleri harici kayda alınmayacak bu insanlardan başka ne beklenir. Şaka bir yana uzmanlara göre köprü; İzmit Körfezini, Sapanca Gölü üzerinden Sakarya Nehri aracılığıyla Karadeniz'e bağlama projesinin bir parçası. Yıkılmış olduğu kabul edilen dört köprü ile bir büyük kompleksin içinde yer alıyor. Evet kabul edelim oldukça "çılgın proje". Görülüyor ki bu topraklar tarih boyunca "çılgın proje" konusunda sıkıntı yaşamamış.
Biz tekrar köprüye dönecek olursak, insanın dikkatini çeken bir diğer husus zeminde görülen noktalamalar diyebililirim. Bizanslı mimar ve taş ustaları köprüden gelip geçenler kayar düşer diye tek tek tüm mermer zemini noktalamışlar.
ÖNCE İNSAN... |
Köprü 1995 yılında Karayollarınca restore edilmiş fakat 1999 depremide hasara uğramış, özellikle korkuluklarında yer yer yıkıntılar var. Köprünün en güzel yanlarından biri de kemerlerinin birinden tren geçiyor olması. Bu bile başlı başına bir özellik. İki senesini Adapazarın'da geçiripte bir kez bile bu köprüye gelmemiş biri olarak en azından bir ayıbımdan temize çıkıyorum.
İÇİNDEN TREN GEÇEN KÖPRÜ |
YALAN DÜNYA |
Şimdi ki rotamız Deprem Müzesi. Deprem Müzesi Kavaklar Caddesi üzerinde. Farklı bir mimariye sahip. Dışardan bakınca göçük bir binayı andırıyor.
DEPREM MÜZESİ |
Girişte duran görevliye girişin ücretli olup olmadığını soruyoruz; " Girişler ücretsiz yalnız şurada ki ziyaretçi defterine adınızı yazar mısınız?" Deprem Müzesinin 339414 numaralı ziyaretçisi oluyorum. Yapının içi de dışı gibi ilginç. Eğik kolonlar, eğimli koridorlar... Koridorlarında 1967 ve 1999 yıllarında şehrin geçirdiği depreme ait fotoğraflar sergileniyor. Özellikle çocuklara yönelik depremle ilgili deney metaryellerinin olduğu bir bölüm ve bir de sanal bir deprem platformu mevcut. 1999 depreminde ölenleri anısına hayatını kaybedenlerin isimleri yazılı mum şeklinde kristalden bir eser de müzede sergilenmekte.
Duvarlarda ki fotoğraflarla göz göze gelmemeye çalışıyorum. İçimize kurşini bir ağırlık çöküyor. Tayfun " Çıkalım artık..." diyor. Çocuklar için kesinlikle eğitici ama depremi yaşamış, göcük altından çıkarılmış birini bu müzede tahayyül edemiyorum.
Adapazarı'nın kültür varlıkları açısından çok zengin olduğu söylenemez. Ola ki gittiniz merkezde görebileceğiniz; Orhan Camii, Orta Camii, Ağa Camii ilk akla gelenler.
ORHAN CAMİİ |
AĞA CAMİİ |
MODERN TOZLU CAMİİ |
Bir şehri anlamanın pratik yollarından biri çarşı pazarını gezmektir. Esnaf ile muhabbet her zaman verimlidir. Yeni ve değişik ilginç şeyler öğrenmek ve görmek için birebirdir. Adapazarı tarihi Uzun Çarşısı'da geziniyorum. Doğal olarak İstanbul'un bu kadar yakınında, modernliği ! içine sindirmiş bir şehrin çarşısında semerci ustalarına, sıcak demircilere, bakırcılara rastlayacak halimiz yok. Çarşı esnafı daha çok ayakkabıcılar, konfeksiyoncular, kuyumculardan yani düğün nişan minvalli bir küçük Mahmutpaşa. Çarşı içinde askeri malzeme, takım kaşkol ve bereleri satan bir dükkana giriyoruz. Amacımız bir arkadaşımızın rozet kolleksiyonuna Sakaryaspor rozetleri almak. Dükkanın önünde ki motor daha doğrusu üzerinde yazılar ilgi çekici.
Karnımız iyiden iyiye acıkıyor. Buralara gelmişken ıslama köfte iyi gider diye düşünüyoruz. Ama nerede ? Siz siz olun kendinizi bu yeme içme konusunda germeyin. Yiyeceğiniz bir ıslama köfte o meşhur usta, bu meşhur usta diye sıkış tepiş lokontalarda dakikalarca servis bekleyip, beklerken de pilakiyi havalara sokmayın. Gidin şöyle eli yüzü düzgün esnaf lokantasına yiyin yiyeceğinizi. Ama kabak tatlısı ayrı. Daha dükkana adımımı atar atmaz alıcı kuşlar gibi gözümü kabak tatlısı tepsisine dikiyorum. Mis gibi de fırınlanmış. Bakın işte böylesini ancak Adazarında yersiniz. Bir buçuk köfte piyazın üzerine kabak tatlısı assolist gibi geliyor sofraya.
İstanbul'da trenden indiğimde günün yorgunluğunu hissediyorum. Yine de yakınca da olsa hareket etmek, yola koyulmak, üç beş sohbet herşeye değer.
Bendeniz, demiratlı süvari yeni maceralarda görüşene kadar hoşça kalın diyorum :)